Gazipaşa Mah. Yavuz Selim Bulvarı, NO:90, Kat:1, Ortahisar/TRABZON
GSM :0533.4795034 İş :0462.3265953
bilgi@biyoenerjienstitusu.com

ENERJİ/TİTREŞİM TIBBI

ENERJİ/TİTREŞİM TIBBI (*)

Enerji/Titreşim Tıbbı nedir?

Muhtemelen düşünmüş olmalısınız: Enerji ve titreşim bizi nasıl etkiler? Ünlü fizikçi Nikola Tesla (1856-1943), evrenin sırrının enerji, frekans ve titreşimde yattığını söylüyordu. İnsan düşüncesiyle değer kazanır ve düşünce yeni fark edilmeye başlanan en güçlü enerjilerden biridir. Zihin beden arasındaki irtibatı anlamamızı kolaylaştıracak bilgilerden biri de kuantum fiziğinin önümüze koyduğu bilgilerdir. Bu yeni fizik anlayışı bir anlamda maddeye bakışımızı değiştirdi. Bütün varlık alemi titreşimlerle birbirine bağlıdır ve dalga enerjisi özelliğindedir. Nerden nereye geldiğimizi bilmek önemlidir. Çok eski zamanlarda belki Hipokrat döneminden de öncelerde doktorlar, sadece fiziksel belirtileri değil, bölgenin iklimini, hastanın ırkını, cinsiyetini, yaşam biçimini, genel toplumsal ve siyasi şartları da hesaba katıyorlardı. Tıp dünyasında bugün eski ve yeni kavramları birlikte konuşuyor: Titreşimsel tıp, enerji tıbbı, holistik tıp, geleneksel tıp, Ortodoks tıbbı, modern tıp gibi. Modern tıbbın kurucusu sayılan Hipokrat, “İçimizdeki doğal iyileşme gücü, şifa için en önemli kaynaktır. Bir kişinin ne çeşit hastalığı olduğunu bilmektense ne çeşit bir kişinin hasta olduğunu bilmek daha önemlidir” der. Ona göre hekimin görevi, dışarıdan tedavi edici bir madde vermeden önce, bu iyileşme gücünü harekete geçirmektir. Bütünlük değeri, kişisel gelişim ve sağlık için önemli bir kavramdır. Bütüncül yaklaşımla tedavi ve şifa sağlama 5 bin yıl öncesine kadar dayanmaktadır.1

İnsanlar olarak bir bütünün parçalarıyız ve vücudumuz, bir takım gibi çalışıyor. Takımın herhangi bir parçasında bozukluk olduğunda sağlığımız bozuluyor. Tedavi için genellikle klasik tıbbı tercih ediyoruz. Oysa son zamanlarda, dünyada, binlerce yıl öncesinde keşfedilmiş alternatif tıp yöntemleri de klasik tıpla birlikte anılıyor. Bunun pek çok adı ve açıklaması var: Alternatif tıp; tamamlayıcı tıp, bütüncül tıp ya da holistik tıp. Ya da son zamanlarda yeni bir isimle titreşimsel tıp.

Dikkat çekmek istediğim bir husus var. Son zamanlarda “alternatif tıp” yerine “tamamlayıcı tıp” terimini kullanmak daha fazla kabul görüyor. Dünyaca meşhur Dr. Mehmet Öz, bir Çin ziyaretinde tamamlayıcı tıp uygulamalarını görür. ABD’de ve Avrupa’da enerji terapistlerinin tıp doktorlarıyla birlikte çalışmasına dikkat çekerek “Şifayı Yüreğinde Ara” kitabında izlenimlerini anlatır: “Batı, insan vücudunu bir makine olarak kabul ederken, doğuda ise insan vücudu bir bahçe olarak görülür. Her insanda enerji vardır. Herkesin bir enerji haritası da mevcuttur. Bu değiştirilebilir, fakat bir tedavisi var mı yok mu bunu bilimsel açıdan ne biliyoruz ne de tanımlayabiliyoruz. Enerjinin en sık kullanıldığı yerler genelde tıpta çözümün zayıf kaldığı ağrı ve ruhsal hastalıklardadır… Tamamlayıcı tedavi olarak tanımlanabilecek alternatif yöntemler bütünü basit yoga, gerileme ve gevşeme hareketleri, meditasyon, müzik, güzel kokularla terapi ve terapötik dokunuş şifacının ellerinin vücudunu birkaç santim yukarısında dolaştığı ve deriye hiç dokunmadığı ‘enerji’ ile tedavi gibi eski yaklaşımları kapsar.”2

Nilüfer Demirsoy, “Eski Uygarlıklardan Günümüze Yansıyan Holistik Tıp Uygulamaları Holistic Medical Practices Reflected from Ancient Civilizations to Our Day: Review”, Turkiye Klinikleri J. Med. Ethics. 2014;22(3):106-19.Mehmet Öz (Dr.), “Şifayı Yüreğinde Ara”, Altın Kitaplar, 1999.

Bütüncül (holistik) tıp, kişiyi sadece bedenine ya da psikolojisine indirgeyen biyomedikal yaklaşımdan farklı olarak, sağlığı ve hastalığı, çevresel ve toplumsal faktörlerin belirlediğini, dolayısıyla bunların da dikkate alınması gerektiğinin altını çizip kişinin sağlığına yönelik her türlü ayrışmayı reddediyor. Holistik tıbba göre göre insan hayatı bir bütündür, hastalıklı ve sağlıklı diye ayrılamaz. Holistik tıp güvenli ve kişiye uygun tanı ve tedavi yöntemlerini içerir. Bünye, beslenme, çevre, duygu, ruh ve yaşam tarzına ilişkin faktörlerin analizine dayanır. Hastaların şifa sürecine aktif olarak katılmalarına odaklanır. Holistik Şifa ise insanı ruh, beden ve zihin bütünlüğü içerisinde şifaya kavuşturmayı hedefleyen bir yaklaşımdır. Uygulamalar hastalıkları önlemek ve tedavi etmek, en önemlisi de sürdürülebilir sağlık dengelerine ulaşmak için konvansiyonel ve alternatif terapilere birleştiren uygulamalardır. Yaşam enerjisinin ruh, beden ve zihinde engelsizce dolaşması olarak tanımlanır.

Bütüncül tıp, insan bedenini bütünü oluşturan parçalarına indirgeyerek, her parçada oluşan bozukluğu “parça başı” yaklaşımla tedavi etme yaklaşımının ötesine geçen bir düşüncenin ürünüdür. İnsan vücudunu bir “makine”, hastalığı “makinenin bozulması”, doktorun görevini de “bozulan makineyi tamir” olarak gören tıp yaklaşımını reddeder. Bütüncül tıp, “modern tıptan” farklı olarak, sağlıksız bir yaşam tarzının neden olduğu pek çok kronik hastalığın ve hastalık belirtilerinin (semptomların) bir neden değil, temelde yatan asıl sorunu haber veren bir sonuç olduğu şeklinde değerlendirir. Bu nedenle bütüncül tıp prensiplerini benimsemiş bir hekim; ağrı, alerji, stres, fazla kilo, tansiyon vb. gibi kronik durumları kimyasal ilaçlarla çözmeye çalışmaz. Çünkü rahatsızlık belirtilerini ilaçla yok etmenin asıl sorunu çözmeyeceği ve ilaçların yan etkilerinin yeni hastalıklar doğuracağını söyler. Bütüncül tıbbı benimsemiş bir hekim, öncelikle kişinin hayat tarzını sorgular ve burada değişiklik yapmasını önerir.3

20. yüzyılın başlarında ku­antum mekaniği ve Einstein’ın görecelilik teorisi ile Newton fiziğinin ötesine geçilmiştir. Böy­lece doğa bilimleri ve pozitif bilimlerde yeni bir paradigma ile post-modern teori ve bilgiler ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda holistik tedavi yaklaşımları yeni paradigma ile daha uyumlu kabul edilmeye başlanmıştır. Holistik yaklaşıma göre kendine has beden, zihin ve ruhtan oluştuğu için her birey ayrı bir şekilde tedavi edilir. Holistik tıpçılar aynı tanıdaki hastaların tamamen farklı tedavi yak­laşımlarına ihtiyaç duyabileceğini savunurlar.

Holistik tıpta her kişinin kendi sağlığı ile ilgili sorumlulukları vardır. Kişisel alışkanlıklarımız, davranışlarımız ve hayat tarzlarımızın kronik, stresle ilişkili hastalıkların ortaya çıkmasındaki katkıları bilinmektedir. Holistik tıp uzmanı hastanın içindeki tedavi edici gücü harekete geçirir, yani Hipokrat’ın tanımladığı gibi “insanın iyi­leştirici gücü”nü uyarır. Kan basıncını kontrol etmek, kalp hızını ve bağırsak hareketlerini yavaşlatmak, migren baş ağrısını ve kronik ağrıyı gidermek için hastalarını zihinsel uygulamalara yönlendirebilir. Bütüncül şifa ilkesi, beden, zihin, ruh ve duy­guları dengelemektir; böylece kişinin tüm var­lığı sorunsuz çalışır. Yapılacak olan tedavi hem bedeni hem ruhsal durumu hem de enerji düzeylerini regüle etmelidir. Holistik tıp yaklaşımı sadece hastalığı tedavi etmek değil, sağlıklı durumda da denge halini korumayı hedefler. Sağlıklı yaşamın teşviki ve sağlıklı dönemdeyken hastalığın önlenmesi için de yaklaşımlar mevcuttur. Holistik tıp uygulayıcısı modern batı tıbbında­kinden farklı çeşitli teşhis ve tedavi yöntem­lerini de kullanır. Örneğin depresyonu tedavi etmeye çalışan holistik tıp hekimi antidepre­san ilaçlardan ziyade psikoterapi ve aerobik egzersizi hastasına önerme eğilimindedir.4

Murat Keklikoğlu (Dr.), “Holistik Şifa nedir?”, http://www.drmuratkeklikoglu.com

Einstein’ın yeni fizik anlayışında ortaya koyduğu, “madde enerjiden ibarettir” yaklaşımı holistik tıp anlayışına yeni pencereler açmıştır. Her şey enerji dalgalarıyla birbirine bağlıdır. O halde parçalar, bütünü oluşturur ve birbirini etkiler. Einstein modeli diye adlandırdığımız bu yaklaşım tıp alanına taşınmış ve bir adıyla “enerji tıbbı, titreşimsel tıp” olarak kullanılmaya başlanmıştır. Enerji tıbbında madde enerji olarak düşünülür. Canlılığı sağlayan bu enerji ve bilgi akışı temel alınır. Einstein tıbbı hekimleri, hastalıkların sadece gerçek sebeplerini keşfetmek için değil, aynı zamanda en kalıcı iyileşmeleri sağlayabilmek için çabalarlar.

Marc Ian Barasch’ın “The Healing Path-Şifanın Yolu” kitabında belirttiği gibi, “tıp bilimi hastanın yaşam biçimini, beslenme düzenini, sosyal çevresini ve en önemlisi duygusal durumunu hesaba katmadan hastalıkların kökenini belirleyemeyeceğini” anladı. “Vibrational Medicine-Titreşimsel Tıp’’ kitabının yazarı Richard Gerber, kitabında geleneksel tıpla beraber mevcut olan çeşitli tedaviler hakkında kıyaslama yapıyor: Titreşimsel Tıp, çeşitli formlardaki ve frekanslardaki enerjiyi kullanarak hastalığı teşhis etme ve iyileştirme yaklaşımıdır. Titreşimsel Tıp; röntgen filmi ve kanser için radyasyon terapisi gibi geleneksel olan, ağrıyı tedavi etmek için elektriksel sinir stimülatörü (uyarıcı) ve kırık kemiklerin iyileştirilmesinin hızlandırılması için elektromanyetik alan stimülatörü yaklaşımlarını da içeren, terapi olarak farklı türlerdeki enerjinin iyileşme için uygulanmasıdır. Bununla beraber Titreşimsel Tıp; akupunktur, homeopati, çiçek özleri, tedavi edici dokunuşlar (biyoenerji) gibi ve benzeri tedavilerin çeşitlerini de kapsamaktadır. Bundan sonrası ise tıbbı kullanmayı gerektirmektedir, ama onlar da kuvvetli terapilerdir.

O, kendisiyle yapılan bir röportajda şunları söylüyordu: “Tamamlayıcı Tıbbı, geleneksel tedavi yöntemlerine mutlak alternatif olarak görmüyorum. Benim fikrime göre eğer geleneksel tıp camiası, kendini alternatif tıp grubu tarafından reddedilmiş olarak görüyorsa; bu daha yumuşak, daha yavaş olan geçişi zorlaştıracaktır. Eninde sonunda ihtiyacımız olan şey geleneksel tıp camiasını değerli olduklarına ikna etmek için bütünleyici titreşimsel terapileri destekleyen bir araştırmalardır. Titreşimsel terapiler için sistematik olmayan deliller fazlasıyla var, fakat bu deliller her zaman pek çok doktorun görmek istediği şekilde kontrol edilen bilimsel çalışmalar türünde değil. Titreşimsel Tıbbı, bazı yönlerden tıbbı geliştiren alt-uzmanlık alanı olarak görüyorum. Titreşimsel yaklaşım, özellikle de ‘Enerji tıbbı hekimliği’ yaklaşımı, vücudun kendi kendini iyileştirme sistemlerinin bedene enjekte edilmesiyle çalışmaktadır. Gelecekte kanseri ve AIDS’i iyileştirmek için kullanılan bazı yaklaşımlar, enerji tıbbının iyileştirmedeki elektromanyetik gücünü kullanmayı bile kapsayabilir. Bu teknolojinin bir süredir ortalıkta olduğuna dair belirtiler vardır, fakat bu maalesef örtbas edilmektedir. Titreşimsel Tıp, yalnızca hastalık vaziyetlerini taramak için değil; hastalığa doğru olan eğilimi taramak için de bir potansiyele sahiptir. Bu da hastalığı daha sonra belirgin hale getirecek ön-fiziksel enerjik bozukluktur.

Gelişen çeşitli tanı sistemlerimiz var. Bunlardan bir tanesi ‘Akupunktur Meridyen Sistemi’ni’ değerlendirmeyi içermektedir. Eğer enerji dalgalarını kullanarak vücuttaki rahatsızlıkları fiziksel hastalığa dönüşmeden yakalayabilirsek; bunun sonrasında koruyucu tıbbın daha önce gerçekten de hiç görmediğimiz bilgi ve altyapıya sahip oluruz. Titreşimsel Tıp; bilim ve manevi değerlere önem vermeyi bütünleştirebilen gördüğüm ilk bilimsel yaklaşım. Maalesef tıp modelinin dışında bırakılmış bir şey. Vücudu yalnızca çoklu-boyutsal enerji sistemi olarak görüntülemeye başladığımızda Moleküler Biyolojinin de yardımıyla ruhun kendini nasıl açıkça gösterdiğini ele almaya başlarız. Bu konu kavranması zor bir konu, özellikle de daha büyük bir tıp camiası için. Benim düşünceme göre bu bizim keşfetmeye başlamamız gereken bir alan.”

5Zelal Keleş (Doç. Dr.), “Holistik Tıp (Bütüncül Tıp) – Holıstıc Medıcıne”, 23 Ekim 2017.

Enerji ve Titreşim Bizi Nasıl Etkiler?

Şu gördüğümüz ve anlamaya çalıştığımız kâinat bir anlamda titreşimden ibarettir. Yani aslında yeni fiziğe göre madde enerjiden başka bir şey değildir. Eğer bize küçük bir kâinat olan insanın da etrafındaki her şeyle birlikte her an titreşmekte olduğunu ve hayatın bir sırrının da bu titreşimlerde saklı olduğu söylenseydi muhtemelen ne dendiğini anlamakta zorlanırdık.

Fiziksel gerçeklik olarak baktığımız da görürüz ki, her şeyin özü enerjidir. Kütle, bilindiği gibi enerjinin yoğunlaşmış halidir. Düşüncelerimiz bile bir enerjiden başka bir şey değildir. Enerji, sürekli titreşerek bir salınım oluşturur. Bizler de kendi gerçekliğimize baktığımızda sürekli titreşen enerjiden başka bir şey olmadığımızı görürüz. Bundan yaklaşık 100 yıl önce Nikola Tesla, kendi icadı olan deprem makinesini anlatırken şu sözleri söylemişti: “Birkaç saniyede binanın titremeye başladığını hissettim. On dakika daha devam etseydim binayı ve sokağı yıkabilirdi. Aynı cihazla Brooklyn Köprüsünü 1 saatten kısa bir süre içinde East River’a indirebilirdim.”6

Nikola Tesla, “Evrenin sırrını anlamak istiyorsanız enerji, frekans ve titreşim yasalarıyla düşünün.” demişti. Frekansı evrene yaydığımız titreşim dalgaları olarak düşünebiliriz. Evrenin dili enerjidir ve frekans enerjilerin titreşimidir. Yani yaşadığımız her olayı enerjimiz ve frekansımız ile oluştururuz. Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir. “Hertz” birimiyle ölçülür.  Kısaca her şey titreşmektedir. Bu nedenle her şeyin frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin de kendine göre bir frekansı vardır.

Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin, her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur. Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme neden olabilir. Yalnız maddî/fiziksel şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, dokümanların, toplumsal konuların ve kişisel bilincimizin de frekansı vardır. Enerjimiz bulunduğunuz frekanstaki gücümüz gibidir. Yani frekansımız yüksek iken enerjimiz düşük olabileceği gibi çok düşük bir frekansta olup enerjimiz çok yüksek de olabilir. Tarihte diktatörlere bakarsak bunu daha net anlayabiliriz.

Bizler titreşim seviyemiz düşük olduğu için kütle-beden olarak hayatlarımızı devam ettiriyoruz. Bizim titreşimimize uygun şekilde titreşen enerjileri de kendi titreşim dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz. İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir. Yani aslında saniyede 300 titreşimle birbirimizi görebiliyoruz ama örneğin saniyede 3 bin kez hızla titreşen canlıları görmemiz mümkün değil. Bir eğitime katıldığınızı veya bir kitabı okuduğunuzu düşünün. Anlatılan konuyu anlayıp anlamadığınız tamamen beyindeki elektrik devrelerinin çalışmasından kaynaklanır. Einstein de aynısını söylemişti: “Evrendeki her şey enerjidir.” Aslında siz bu satırları okurken de bir titreşim içindesiniz. Herkes bir frekansa, yani titreşime sahiptir ve bu DNA’nızın salınım oranından başka bir şey değildir. Bu titreşim 50 ile 150 Ghz arasında gezinir.

Dusseldorf Ünivesitesi’nde yapılan araştırmalarda, bu ritmin kasten bozulduğu, yani beyin frekansının doğadaki frekanstan şaştırıldığı deneylerde, deneklerde fiziksel hastalıklar ve zihinsel bozukluklar oluşmaya başlamıştı. Yine okulda gönüllü öğrenciler 4 hafta boyunca tam yalıtımlı bir sığınakta doğadan izole bir şekilde yaşamışlardı. Öğrencilerin günlük ritimlerinde şaşmalar olmuş ve hepsi migren ve baş ağrılarıyla duygusal stres yaşamaya başlamışlardı. Genç oldukları için ciddi bir fiziksel soruna rastlanmamış ve ortamda gençler yerine yaşlıların ya da hastaların olması halinde bunun kaçınılmaz olduğuna inanmışlardı. İnanılmaz olan ise aynı ortama Schuman rezonansı verilmeye başlanınca tüm öğrenciler beliren sorunlardan kurtulmuş ve sağlıklarına geri kavuşmuştu. Bunların oluşum şeklini kavramak hâlâ biz insanları zorluyor. Ses ile yani titreşim ile beyine iletilen dalgalar, bu frekansla uyumlu bölgelerin harekete geçmesini sağlayarak (rezonans) uyarıcı niteliğinde elektrik akımı oluşturur. Beyindeki nöronlar arasında oluşan elektrokimyasal reaksiyonlar sonucunda da bedensel, duygusal tepkiler gelişir.7

Ses diğer enerjilerle etkileşime girdiğinde aralarında enerji aktarımı gerçekleşir. Bu durumda etkileşime giren maddelerin enerji düzeyleri değişime uğrar. Çevreden gelen her türlü ses, elektromanyetik dalga, ışık gibi enerjiler bu değişime sebep olur. Sesin yaptıklarını göz önüne aldığımızda aslında her şeyin birbiri ile bağlantılı etkileşimi, iletişimi, programlanmış olma özellikleri açıkça görülüyor. Her frekansın belli bir özelliğinin olması, programlanmış bir sistemin çalıştığını ve bu programların üzerinde oynanarak değiştirilebileceğinin doğrulaması yapılabiliyordu.8

Edward Brown, “New choices for healing ourselves
Interview with Richard Gerber”, (http://www.share-international.org/).

Nicholas Jones, “Total Control”, Eylül 2001, https://www.bibliotecapleyades.net/

Abdülkadir Güllü (Prof.Dr.), “Genel anlamıyla Ergonomi”, “https://www.academia.edu/31858908/Ergonomik_A%C3%A7%C4%B1dan_Titre%C5%9Fim)

Bir ağaca sarılın ve enerjisini hissedin!

Enerjinin sizin üzerinizdeki etkisini hissetmek aslında o kadar da zor değil. İsterseniz bir ormana gidin ve içinizden gelen bir tercihle herhangi bir ağaca sarılın.O ağacın enerjisini hissetmeye çalışın. Göreceksiniz ki, ağaçların yaydıkları titreşimler sizi rahatlatacaktır. Hatta bunu biraz daha ileri götürürseniz bazı hastalıklarınızın azalmaya başladığını göreceksiniz! Bu konuda “Blinded by sicence-Bilim tarafından kör olanlar” adlı kitabın yazarı Mathew Silverstone, insanların ağaçlara dokunması gerektiğini söylüyor. Bunun bir delili olarak doğada daha çok zaman geçiren çocukların daha sağlıklı olduklarına dikkat çekiyor. Tüm bunların nedeni ise ağaçların yaydığı titreşimler. Bu titreşimlerin varlığını fizikçiler de kabul ediyorlar. İşte bu titreşimlere yakın yaşamak insan sağlığını güçlendiriyor. Özellikle, baş ağrısı, depresyon, dikkat eksikliği gibi sorunlar yaşayanlar için birebir gibi duruyor. Ağaçların ve diğer bitki türlerinin varlığının, psikolojik ve fizyolojik faydalar dahil olmak üzere sağlığımıza katkı sağlayacağını gösteren çalışmalar da var. Bu konuda çocuklar üzerinde yapılan çalışmalara da dikkat çekmek gerekir. Silverstone kitabında “Doğaya erişim zihinsel sermayemize ve refahımıza önemli ölçüde katkıda bulunabilir. Bütün ağaçların insanlara kıyasla kendilerinden geçen farklı titreşim kalıpları vardır, bu nedenle bunları vücudumuza almak sağlık açısından faydalar sağlayabilir.” diyor.9

Ersin İpek, “Dünyanın Frekansı”, 23.01.2018, (https://kuraldisi.com/2018/01/23/698/).

Lowet, E; Roberts, M J; Bosman, C A; Fries, P; De Weerd, P, “Sample records for gamma 30-40 hz”, 2016-05-01.

Kirsten Weir, “The exercise effect”, APA, December 2011, Vol 42, No. 11.

Shamsul Haque Nizamie, Sai Krishna Tikka, “Psychiatry and music”, Indian J Psychiatry. 2014 Apr-Jun; 56

(2): 128–140.Kevin Kelly, “Why the Basis of the Universe Isn’t Matter or Energy—It’s Data”, Wired, 28.02.2011, (https://www.wired.com/2011/02/mf-gleick-qa/).

Hastalıklar bedenin titreşimin bozulmasıyla ortaya çıkar

Hastalıklar bir anlamda frekans ayarlarının bozulmasından başka bir şey değildir.Bilimsel olarak ispatlanmıştır ki maddenin yüzde 99,9’u boşluktur, orası bir kuantum alanıdır. Biz de aslında boşluktan oluşuyoruz. Geri kalan 0,1’lik partikül alanı. Yani biz aslında titreşim enerjisiyiz. Düşünceler ise, enerjinin en ince titreşimi olduğu için enerji bedenimizin dış bölgelerindedir. Bu nedenle olumsuz düşünceler devam ettikçe en dış katmandaki enerji akış bozukluğu her seferinde bir kat alta geçer. Bunu elmanın üzerindeki çürük gibi düşünebilirsiniz. Zamanla elmanın içine doğru yayılır. Sadece duygu ve düşünceler değil, dış faktörler, kimyasallar, katkı maddeleri, teknoloji ve gıdalar da bedenimizin yaydığı titreşimleri bozabiliyor. Her organ, her doku aslında sağlıklı olduğunda belli bir frekansta titreşiyor. Bu titreşimlerin bozulması sonucu hastalıklar oluşuyor. Bu titreşimleri olması gereken standart frekansına getirdiğimizde iyileşme süreci başlıyor.Vücudumuzdaki bu bozulmuş titreşim alanlarını saptayarak olması gereken frekansa getiren bir teknoloji var. Genel olarak bu sistemler NLS-Non Lineer Sistem olarak adlandırılır. Bedene ayrı ayrı frekans göndererek geri dönen tepkilere göre hastalıkları, genetik yatkınlıkları, alerjileri, asit-baz dengesini, hormonal bozuklukları ve hastanın ruh halini analiz ediyor.10

Bridgette Meinhold, “New Book Explains How Hugging Trees Could Actually Improve Your Health”, 12.09.2011.

Joke Bradt , Dileo C, Grocke D, Magill L. Music interventions for improving psychological and physical outcomes in cancer patients. Cochrane Database of Systematic Reviews, 9 August 2011.

Christopher Bergland, “Cortisol: Why the “Stress Hormone” Is Public Enemy No. 1”, Psychology Today, Jan 22, 2013.

Cem Özüak, “Titreşim frekanslar

TianjunLiu, “The scientific hypothesis of an “energy system” in the human body”, Journal of Traditional Chinese Medical Sciences, Volume 5, Issue 1,  Pages 29-34, January 2018.

Hanife Akgül, “Yalnızlığı Azaltma Psiko-Eğitim Programının Yaşlıların Yalnızlık Düzeyine Etkisi”, Doktora tezi, Ankara Üniv. Eğitim Bilimleri Enstitüsü, 2016.

Beril Melina Dursun, Soner Akyel, “Türkıye’de Nörolojık Rehabılıtasyon Kapsamında Bir Müzik Terapi Projesinin Geliştirilmesi”, Istanbul Journal of Innovation in Education Volume 3, Issue 1, January 2017.

Kendi frekansımızı yükselterek bazı hastalıklarımızı iyileştirebiliriz. Etrafındaki gerçeklikle, kendinden yayılan enerjinin titreşimi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Titreşimin tamamen sana özgüdür. Bu çok özel enerjisel alanı; insanların düşünceleri, inançları, duyguları ve davranışları oluşturur ve bu karışımla şu anda algılamakta olduğumuz gerçeklik ortaya çıkar. Bu gerçekliğe odaklanarak, titreşimsel düzeyde uyumlu deneyimleri kendimize çekebiliriz. Sağlıklı bir insan vücudunun 62-68 MHz’lik bir frekans aralığı var. Hastalık ve rahatsızlıklar 58 MHz’de baş göstermeye başlıyor. Esans yağlar, insan tarafından kullanılan doğal maddeler arasında en yüksek frekansa sahip olan şeylerden biridir. Örneğin bir frekans tablosunda bir uçta işlenmiş/konserve yiyecekler dururken (0 MHz) öteki uçta en yüksek frekans ile gül yağı (320 MHz) bulunmaktadır. Gülün aşkla ilişkilendirilmiş olması, belki de frekansının çok yüksek olması yüzündendir. Tainio ile Young’ın yaptığı testlerden birinde, her ikisi de 66 MHz vücut frekansına sahip olan iki erkeği incelemiştir. Erkeklerden biri eline bir bardak kahve almış ve daha kahveyi içerken, 3 saniye içerisinde frekansı 58 MHz’e düşmüştür. Daha sonra bir esans yağını koklamış ve frekansı tekrar 66 MHz’e çıkmıştır. İkinci kişi kahveden bir yudum almış ve frekansı 3 saniye içinde 52 MHz’e düşmüştür. Fakat esans yağını kokladığı anda, frekansı tekrar yükselmemiştir. Frekansının tekrar 66 MHz’e çıkması üç gün sürmüştür. Demek ki frekanslarımız başka maddelerin ciddi şekilde etkisi altında olabiliyor.

Her duygunun ve düşüncenin de frekansı vardır

Bu ve benzeri araştırmalarda ayrıca olumsuz ve olumlu duygu ve düşüncelerin frekanslarımız üzerindeki etkisi de incelenmiştir. Olumsuz düşüncelerin insan frekansını 12 MHz kadar düşürdüğü, oysa olumlu düşüncelerin frekansı 10 MHz kadar yükselttiği izlenebilmiştir. Meditasyon ve dua gibi çalışmalar, frekansı 15 MHz kadar yükseltmektedir. Bu tespitlerden sonra, klinik çalışmalar göstermektedir ki, ciddi bir hastalık engeli olmayan kişiler sağlıklı kalmak için, şu ya da bu şekilde bir ruhani uygulamaya ihtiyaç duymaktadır. Çalışmalar gösteriyor ki esans yağlar da kişinin frekansını yükseltmede önemli bir rol oynamaktadır. 78 MHz’in altında olan esans yağlar, vücudun fiziksel yapısını dengelerken, gül gibi yüksek frekanslı yağlar, duygusal ve ruhsal seviyelerde denge getirmektedir. Bir esansı kokladığımız zaman, beynimizin “amigdala” denilen bölümü etkilenir ki, burası hafızanın ve duyguların saklanıp serbest bırakıldığı yerdir.

Bizi etkiliyor olabilecek olumsuz frekansların farkında olmalıyız. Birçoğumuz bitkiler üzerindeki klasik müzik ve hard rock müzikleriyle yapılan deneyi biliyordur. Klasik müzikle bitkiler serpilirken, hard rock onları soldurmuştur. İnsanlar için de bu durum çok farklı değil. Beslenmemiz ve fiziksel çevremizin etkisi ile maruz kaldığımız karmaşık ve olumsuz frekanslar, eninde sonunda hücresel yıkıma ve parçalanmaya neden olacaktır.

Kişisel enerji dengeleri çevreyi de etkiler

Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins, (1927-2012) frekanslar, frekansların bilinç düzeylerinde etkisi üzerine çok sayıda araştırma yapmış ve ortaya Hawkins bilinç haritası denen tabloyu çıkarmıştır. Yaptığı deneylerde, yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu, en yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini çalışmalarında göstermiş ve bu konuları “Power vs Force – An Anato my of Consciousness (Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi)” kitabında detaylı olarak anlatmıştır. Yapılan araştırmalar, kritik seviyenin 200-cesaret olduğu, ölçümü 200’ün altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı, yorduğu, aşağıya çektiği belirtiliyor. Bir başka ilginç sonuçsa, yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönünde. Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde, çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkânı olması da ilgi çekici bir veri olarak görünüyor.

Bir İnsan; tepkileri, ifadeleri, yaklaşımları, birikimleri, düşünce boyutu ve yazdıkları ile sosyal ve entelektüel bir kimliğe ulaşır. İnsanın yapısı, görgüsü, eğitimi, arzuları ve yaşam akışının bileşkesi, Hawkins’in bilinç haritası ile tanımlanmış görünmektedir. Bireyin psiko-sosyal profili; kalibre, seviye, hayatı kavrayış, enerji çekim alanı ile kategorize edilerek anlatılmıştır. Bu çerçevede oluşturulan kategoride, 20 kalibreden 1000 kalibreye, utançtan aydınlanma duygusuna, yok edicilikten saf bilince, nefretten ben bilincine uzanan 17 kategori oluşturulmuştur. Bu çalışma, detaylı incelendiğinde, kişi hem kendini hem muhataplarını hem de toplumun öncülerine, üretenlerine yönelik algılarını, yeniden gözden geçirebilmekte, insanlara yönelik daha şeffaf bir düzeye ulaşabilmektedir.

Pozitif ve her şeyi bir denge çerçevesinde kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir. Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 750.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir. Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 10 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir. Bu durumda diyebiliriz ki bilge ve arif olarak yaşayan bir insanın yaydığı enerji birçok kişiyi etkileme gücüne sahip. Yapılan araştırmalar ve sonuç teyitleri yıllar sürmüş ve yüzbinlerce denek üzerinde çalışılmıştır. Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında titreştiğini, son dönemde insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, yani negatif-pozitif sınırını aştığını, ancak insanın anlamlı bir şekilde tatmininin 250’nin altında gerçekleşemediğini yazmaktadır. Bireyler gibi, toplumların ve kültürlerin, ülkelerin, coğrafyaların da titreşim seviyeleri vardır. Bu titreşimler, o alanda yaşayan insanlar, bitkiler, toprak, hava, eşyalar, binalar vs. tarafından oluşturulmaktadır. 200’ün altındaki enerji alanları, açlık, kıtlık ve hastalıkların çok yaşandığı, cehalet ve işsizliğin çok olduğu ortamlardır.11

Journal 1 June 2020.

Robin Moorman Li, “Evaluating the effects of diffused lavender in an adult day care center for patients with dementia in an effort to decrease behavioral issues: a pilot study”, Journal of Drug Assessment  2017.
Hannah Indigo, “
Frequencies: Essential Oils: How Essential Oils Enhance Your Frequency and Attract Your Desires (Vibration, Spirit, Enlightenment, Meditation, Depression, Energy)”, Kindle Edition.

Ecodrop, “Raıse Your Frequency Wıth Essentıal Oils”, August 23, 2020.

İkinci Dünya Savaşı öncesine dek aile doktorları ailenin tüm üyelerini tanır ve onları yeni ilaçların yanı sıra geleneksel şifalı bitkileri, telkin yöntemini de kullanarak tedavi ederdi. Savaş sonrası dönemde teknoloji insan aklının sınırlarını aşacak şekilde gelişince, doktorlar belirli alanlarda uzmanlaşmaya başladı. Böylece aile doktorları psikoterapi ve telkin yöntemini kullanmaz oldu. Bu artık başkasının işiydi. Zamanla nüfus ve talep arttıkça da doktorların ancak reçete yazacak zamanı kaldı. Modern tıp, kişisel ilişkileri bir yana bırakarak, makineyi onarmaya yönelik mesafeli etkileşimleri tercih eder oldu. Bu mekanik yaklaşım, bedenimizle ilişki kurmamaya başlamamıza yol açtı. Günümüzde artık ters giden işleri düzeltmemizi sağlayacak yöntemlerimiz var, ancak bu makinenin içindeki canlı ya da çalışmasını sağlayacak enerji hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Doğu’da ise çok farklı bir yaklaşımla karşılaşırız. Orada insanlar bedeni bir makine değil enerji sistemi olarak görürler. Bu anlayış Batı’da kullanılan yöntemlerden çok daha eskidir, en az 5 bin yıl öncesine dayanır ve hastalıkları tedavi konusunda çok başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Doğu tıbbı bedende akan enerjinin ayrıntılı haritalarını kullanır. Bu haritalar, akan enerjinin türünün yanı sıra bu enerjiye ne şekilde ulaşacağımızı da gösterir. Hastalıkların teşhisi, her birinin kendine özgü hem olumlu hem olumsuz özellikleri olduğuna inanılan elementler; “toprak, su, ateş ve hava” aracılığıyla yapılır. Hastalık, kötü alışkanlıkların, stresin ya da karamsarlığın enerji akışında yol açtığı dengesizlikler ve tıkanıklıklar olarak tanımlanır. Enerji akışı düzene sokularak denge sağlanmaya çalışılır.

Geleneksel Amerikan yerlileri ise, doktoru bedenin yanı sıra ruhun da doktoru olarak değerlendirmiştir. Zihin ve beden arasında bir ayrım yoktur. Bu kültürlerde, şamanlar ve büyücüler hiçbir tıp eğitimi almadıkları halde, günlük olayların yanı sıra öteki dünyayı da yorumlayarak hastalıkların nedenlerini ortaya çıkarırlar. Başka kültürlerde beden, kişisel sınırlarımızı aşmamızı sağlayan bir araç olarak değerlendirilir. Bütün dinlerde insan yaşamına büyük değer verilmesinin nedeni, ruhani görevlerimizi ancak insan bedeniyle gerçekleştirebileceğimiz inancıdır. Hastalıklar hem bedensel hem zihinsel olarak değerlendirilir. Çünkü nihayetinde hem beden hem zihin geçici ya da kalıcı olarak zarar görüyor olur.

JackapunKwangjaiaDaniaCheahabeRodiyaManorc, “Modification of brain waves and sleep parameters by Citrus reticulata Blanco. cv. Sai-Nam-Phueng essential oil”, Biomedical

İslam dünyasında yapılan enerji-frekans-titreşim araştırmaları

İslam dünyasında ise filozoflar insanın zihnî/entelektüel donanımını onu yetkinliğe, dolayısıyla gerçek anlamda mutluluğa ulaştıracak en önemli imkân olarak değerlendirmiştir. İslâm düşüncesinde bu tür konular üzerinde yoğunlaşan Fârâbî’ye göre insanın mutluluk idealine ulaşması iyiyi kötüden ayırt etmesi, böylece duygu ve davranışlarının iyilik istikametinde yönlendirilmesiyle mümkündür. İyiyi kötüden ayıracak olan ise insana doğuştan verilen zihin gücüdür. İyi duygu ve davranışların sürekliliği insanda ahlâk denilen yapının bu yönde gelişmesini sağlarken zihin gücünün sağlıklı işleyecek biçimde geliştirilmesi bu yapıyı bütünler. Her şeyin erdemi yetkinlik ve iyi nitelik kazanmasına bağlı olduğuna göre insana özgü erdemi ancak iyi ahlâkla zihin gücü birlikte meydana getirebilir. Böylece Fârâbî ahlâkî gelişimle zihinsel gelişimi erdemli ve mutlu bir hayatın şartı saymıştır.13

Duygu durumumuz sadece organlarımızı etkilemiyor; beynimizi de etkiliyor. İçinde bulunduğumuz her duygu durumu genel psikolojimizi ortaya koymasının yanında özelde farklı organlarımız üzerinde farklı etkilere sahiptir. Eski Çin ve Hint bilimlerinde ve bunun yanında İslam dünyasında İbni Sina, Farabi, Gazali, Mevlâna, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi alimlere eğitim dönemlerinde, organ-duygu ilişkileri, kendi dönemlerinde tıp ilminin bir parçası olarak öğretiliyordu. Örneğin, duyguların organlar üzerine etkisi konusunda kayda geçen en eski bilgilerden biri de İbn Sînâ’ya aittir. Ona göre insanın ruh ve beden birlikteliği; psikoloji, ahlak, bilgi ve metafizik düzlemdeki yansımalara dayanmaktadır

Pozitif algı, “Psiko-Duygusal Durum Bedenimizi Nasıl Etkiliyor?” http://pozitifalgi.com

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Zihin.”, (www.tdv.org.tr).

Ecodrop, “Raıse Your Frequency Wıth Essentıal Oils”, August 23, 2020.

Duygularımız organlarımızı nasıl etkiler?

Günümüze gelindiğinde organlarımız ve duygu durumu hakkındaki araştırmalarda son yıllarda belirgin bir artış olmaya başladı. Örneğin, doktorlar kalp krizine eğilimli insanların duygusal profilini çıkarmaya başladı. Hayvanların korktuklarında altlarına işedikleri biliniyor. Tıp bilimi, hayatlarını sürekli korku içinde geçen ve bedenlerinde çok miktarda bilinçdışı endişe depolamış insanların artrit (eklem iltihabı) gibi böbrek ile de ilişkisi olan hastalıklara eğilimli olduklarını söylemeye başladı. Yine böbrekler ve idrar torbası, korkudan daha fazla etkilenir. Karaciğer ve safra kesesi, kızgınlık ve duygusal yıkımdan; özellikle karaciğer her türlü derin duygusal acılardan, safra kesesi ise nefret duygusundan etkilenir. Akciğerler ve kalın bağırsaklar, üzüntüden etkilenir. Kanserin bastırılmış üzüntü ve kendine acımakla ilgisi vardır. Dalak ve mide; endişe, kendini hep haklı çıkarmaya çalışmaktan, depresyondan ve nefretten etkilenir. Kalp ve ince bağırsaklar, güvensizlik ve duyguların saklanmasından, gizlenmesinden etkilenir. Derin duygusal acılar bastırıldığında, bu bölgelerde kendini gösterir. Sürekli bir şeyler yapan, bir şeylerle meşgul olup zamanlarını fazla aktivitelerle geçiren kişiler de bu bölgelerde problem yaşar, çünkü gevşeyememe bir şeylerin bastırıldığının göstergesidir.

Bağırsaklar o kadar önemlidir ki son yıllarda ona “ikinci beyin” adı verilmiştir. Beyin ve bağırsaklar sürekli etkileşim halindedir. Bedenimiz içerisinde en bağımsız hareket eden organ olan bağırsakların, beyinden bile daha fazla serotonin ürettiği söyleniyor. Vücutta üretilen serotoninin yaklaşık yüzde 90’ının bağırsaklardan sentezlendiği düşünülmektedir. Bu nedenle bağırsaklardaki bir rahatsızlık, serotonin eksikliğine neden olabilir. Bağırsakların mutlulukla olan ilişkisi de serotoninden geliyor. Yani kabız ya da ishal olunca kişinin depresyona girmesi anlamsız değildir.14

(*) Bu bölümdeki bilgiler İntizam Seyda Durgun’un “İnanç Psikobiyolojisi” adlı kitabından alınmıştır.

Birsel Kavaklı (Prof. Dr.), “Öfke Karaciğeri, Kırgınlık Kalbi Hasta Edebilir”, (https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberleri/ofke-karacigeri-kirginlik-kalbi-hasta-edebilir/).

Nevzat Tarhan (Prof. Dr.), “Karasevda nedir? Karasevda gerçekten var mı?”, www.e-psikiyatri.com

TDV İslam Ansiklopedisi, “İbni Sina”, (https://islamansiklopedisi.org.tr/ibn-sina).

H. Leventhal, K. Scherer, “The relationship of emotion to cognition: A functional approach to a semantic controversy”, Cognition and Emotion, c.1, S.1.ss.3-28, 1987.

R. Lazarus, “On the primacy of cognition”, American Psychologist, S.39.ss.124-129, 1984.

Harry Reis, Willard Andrew Collins, “Relationships, Human Behavior, and Psychological Science”, Current Directions in Psychological Science 13(6) · December 2004.

Yusuf Özkan, “Bağırsaktaki bazı bakterilerin eksikliği ‘depresyona neden oluyor”, 9 Şubat 2019, (https://www.bbc.com/turkce/haberler-47184661).