KAVRAMSAL TANIM
BİYOREZONANS YA DA BİYOFREKANS
Biyorezonans ya da biyofrekans çalışmaları, insandaki bu mekanizmalara dikkat çekerken diğer yandan yeni teknolojilerin kullanılarak canlı organizmadaki enerji alanlarını ve frekans bazlı değişiklikleri incelemektedir.
İnsan biyolojisinin çalışmasını değerlendirirken canlıya matematik, biyoloji, fizyoloji, fizyopatoloji, fizik ve biyofizik, kimya, fizikokimya ve benzeri bilim dalları ile birlikte mühendislik bakış açılarıyla da bakmak gerekir. Mühendislik bakış açılarında ise mekanik ve mekatronik, elektronik, bilgisayar ve kontrol teorileri konusunda bilgi sahibi olmak ve bunları biyolojik sistemler ile örtüştürmek gerekir.
Titreşim tıbbı uygulamalarını değerlendirirken yukarıda sayılan bilim dallarında uzman olmak gerekmez. Sadece felsefesini anlamak yeterli olacaktır. Ayrıca manyetik rezonans görüntüleme yönteminin çalışma prensibini bilmek ve de nasıl görüntü elde edildiği konusunda bilgi sahibi olmak da titreşim tıbbı uygulamaları benzerliği nedeniyle anlamayı kolaylaştıracaktır.
Titreşim tıbbı uygulamalarının temel dayanağı olan rezonans konusunda değerlendirmeler yapılırken dikkat edilmesi gereken çok önemli bir konu ise termodinamik ve rezonans kavramlarıdır. Çünkü tıpta ve biyolojide, canlının tanımında moleküler düzeyde dahi bir rezonansın varlığı pek dikkate alınmamaktadır. Oysa ki, en az enerji ile en fazla fonksiyonun ve kararlılığın sağlanabilmesi için makro düzeyden atomik seviyelere kadar geniş bir bölgede rezonans ve denge gereklidir.
Bu durumda mutlak sıfır sıcaklık dışındaki her atom veya molekül veya makro molekül veya biyolojik yapı titreşmekte, birbirleriyle etkileşmekte ve de kendi aralarında sürekli olarak dalga boyunda enerji alıp vermektedir. Hücresel düzeyde veya moleküler canlılık düzeyinde sistemin termodinamik açıdan kararlılığını bozan etkenler olabilir. Bu durumda sistemin titreşim frekansı değişecektir. Değişen titreşim frekansında bozulma kaydedilir ve bu frekans sisteme tam ters fazda tekrar geri verilirse sönerek kaybolabilir. Veya bu sinyal aynı fazda tekrar sisteme verilirse rezonansa getirilmiş titreşim genliği daha da artarak bir süre sonra da adeta kardiyak defibrilasyonda olduğu gibi etkisiz hale getirilebilir. Sonuç olarak sistem doğal ve kararlı frekansında titreşmeye devam eder.
**
HER MADDENİN KENDİNE HAS BİR FREKANSI VARDIR
Rezonans kelime anlamı olarak birlikte titreşmek, eş frekansta olmak anlamına gelir. Ancak pratikte frekans kelimesi ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır.
İnsan organizması, var olan tüm maddeler gibi kendine özgü elektromanyetik frekanslar yayar. Hücrelerin, dokuların, organların, hepsinin kendi özgün frekansları vardır ve hepsi bir arada kişinin genel frekans spektrumunu oluştururlar. Hasta insanla sağlıklı insanın frekans yapıları birbirinden farklıdır. Alerjen, virüs, toksin, bakteri, amalgam, mantar gibi hasta edicilerin de kendilerine has frekansları vardır ve vücudumuza girdiklerinde metabolizmanın titreşim ahengini bozarak frekanslarını değiştirirler. Bu da bazen hastalıklara neden olur.
Atom altı düzeyde enerjinin yoğunlaşmış ve yavaşlamış hali partiküllerden oluşur. Bu hareket nedeniyle bir elektromanyetik alan ve frekans oluşur. Her varlığın; her atom, her molekül, her doku, her organ ve her canlının elektromanyetik frekansı vardır ve bu frekans eşsizdir, kendine özgüdür.
Bu alanlar ve frekanslar kullanılarak 20. yüzyıl başlarından itibaren çeşitli tıbbi cihazlar geliştirilmiştir. Tesla, Lakhovsky, Rife teorik ve uygulamalı olarak çok önemli adımlar atmışlardır. 1970’lerde Morell, Rasche, Schimmell, Schmidt ve Voll tarafından MoRa terapi, Vegetatif Diagnostik Test ve Elektroakupunktur teknik ve ekipmanları geliştirilerek bugünkü cihazlarda kullanılan özellikle tedaviye yönelik teknolojilerin temelleri atılmıştır.
1980’lerde trigger sensor teknolojisinin icadı, 2000’li yıllarda NLS (NonLinearanalysis) yönteminin geliştirilmesi, biyofizik, enformatik ve bilgisayar teknolojilerinin de sağladığı büyük ilerlemeler biyorezonans uygulamalarının gelişmesini sağlamıştır.
2000 yılından beri biyorezonans özellikle Rusya da devlet tarafından desteklenmiş, en önemli hastane, araştırma kurumları ve uzay programları tarafından geliştirilmekte ve ülke çapında kullanılmaktadır. Bu sayede çok büyük bir veri tabanı oluşturulmuştur.
TEŞHİS FONKSİYONU
Rezonans, birbirinden farklı iki cismin frekanslarının yani titreşimlerinin birbirine uyması anlamına gelmektedir. Dünyada her geçen gün yaygınlaşmakta olan bu bütüncül tıp uygulaması rezonans terapilerinin amacı belirli cihazlar yardımıyla kişinin vücudunda enerji temelli değişimler yaratmaktır.
Ülkemizde giderek yayılan, kullanım alanları genişletilen rezonans terapileri; bebek, çocuk, yetişkin, yaşlı fark etmeksizin her yaş grubuna uygulanabilmektedir. Tamamen biyolojik ve enerji üzerine bir tıbbi tedavi yöntemi olan bu terapide ilaç kullanılmamakla birlikte herhangi bir yan etki de görülmemektedir. Rezonans, enerji ile ortaya çıkan bir şifadır diyebiliriz.
Bütüncül tıbbın önemli bir parçası olan rezonans terapileri canlı organizmayı elektromanyetik titreşimlerden oluşan bir sistem olarak görür ve cihazlar yardımıyla yapılan bu tedaviler organizmada enerji bazlı değişiklikler yapmayı amaçlar. Rezonansın daha net anlaşılması için şu örneği verebiliriz: ses ile bardağı çatlatmak bir rezonans sonucudur. Fizikte, doğrusal bir doğrusal bir sistem frekanslarda diğerlerine göre daha büyük genliklerde salınma eğilimindedir. Rezonans frekansları olarak adlandırılan bu frekanslarda küçük periyodik kuvvetler bile büyük genlikler üretebilir. Bir köprüden geçen askerlerin uygun adım yürürken köprünün çökmesi de doğal titreşim frekansını tutturulması sonucu köprünün rezonansa girmesidir.
İnsan vücudundaki her bir yapının frekansı tespit edilebilmekte, bu frekanslar bilgisayar tarafından veri tabanındaki öneklerle eşleştirilmektedir. Böylece, çok kısa sürede, non invaziv olarak (yani kan almadan, radyasyon ve girişimsel hiçbir şey yapmadan) çok konforlu, çok yüksek doğruluk oranı (%96) ile,
- -Tüm dokuların frekans durumu, frekans bazında elektromanyetik analizi ve mevcut elektromanyetik bozukluklar ve bunların karşılık geldiği hastalıklar,
- -Vücuttaki her türlü mikroorganizmanın (virüs, bakteri, parazit, candida gibi) mevcudiyeti ve aktivitesi,
- -Vücuttaki toksinler ve ağır metaller,
- -Muhtemel alerjenler saptanabilmektedir.
Bu şekilde zamanında, doğru ve etkin bir tedavi planlanabilmekte ve uygulanabilmektedir. Öncelikle doğru tedavinin erkenden seçimini sağlaması tedavi için çok büyük bir artıdır. Kişinin Elektromanyetik alan bozukluğu sergileyen hasta dokusundan alınan frekans bilgisayar tarafından analiz edilir. Bu frekans o dokuya ait doğal ve sağlıklı frekansları da içermektedir. Cihaz bu alınan frekans içindeki o dokunun olması gereken sağlıklı haline ait olan zayıflamış fizyolojik frekansları ve patolojik hücrelerden gelen bozulmuş patolojik frekansları ayrıştırır.
1.Fizyolojik frekanslar güçlendirilerek hasta dokuya geri gönderilir.
2.Hastalığa ait olan patolojik frekans ise zayıflatılıp ters çevrilerek hasta dokuya geri gönderilir.
Bu işlem 30-40 dakikalık bir seans boyunca patolojik elektromanyetik frekanstaki tüm dokulara uygulanabilir.
**
DUYGULARIMIZIN DA BİR FREKANSI VAR?
“Nasıl ki bir radyonun gönderdiği frekans, cihazlar kanalıyla buluşup onları dinlememize vesile oluyorsa; bizden yayılan frekanslar da kendimize benzeyen insanlardaki frekansla uyuşup, bağlantıya dönüşüp, birbirleriyle duygusal alışveriş yapmalarını sağlamaktadır”
“Yapılan araştırmalar, insanda üç çeşit temel duyunun olduğunu tespit etmiştir. Bunlardan birincisi dokunmak, fiziksel temas, ışık gibi mekanik duyular; ikincisi, tat, koku gibi kimyasal duyular; üçüncüsü ise, manyetik duyulardır. ‘Manyetik duyu’ hayvanlarda da vardır. ‘Altıncı his’ gibi ifadelerle anlatmaya çalıştığımız bu duyu, olacakları hissedebilme yetisinin hayvanlarda da olduğunu göstermektedir.
İşitme duyusu olarak kulak, işitme enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmekle görevlidir. İşte insanda da sevgi, nefret, öfke gibi duygular mevcuttur. Bu duygular, beyindeki elektrik enerjisini radyo enerjisine çevirir. Yahut da çevreden gelen sevgi gibi manyetik enerjiyi beynimizin bir bölgesi elektrik enerjisi haline getirerek, beynin algılamasını sağlar. Manyetik duyguyu, duyu ve enerjiye çeviren beyin, onu kimyasal ve elektriksel olarak ‘proses’ eder ve biz de bu yolla algılamaya başlarız.
Yeni araştırmalar ışığında beynimizdeki ve kalbimizdeki manyetik enerjinin elektrik enerjisine dönüştüren mekanizmaların varlığını öğrendik. Örneğin köpekler, kendilerinden korkan kişileri hissedebilirler. Korku, salınım ve titreşim yoluyla köpek tarafından algılandığında; saldırma ihtimali ortaya çıkar. Aynen bunun gibi, birine karşı sevgi hissettiğimiz zamanlarda da ürettiğimiz bir salınım ve titreşim vardır. Korkan insanın yaydığı enerji farklıdır; sevgi ve güven sahibi insanın enerjisi farklıdır. Kalbi yoğun olan insanın yaydığı ancak şu anda bizim ölçemediğimiz bu salınım, evren de bağlanılabilir bir frekansla iletişime geçebilir. Nasıl ki bir radyo frekansının gönderdiği frekans cihazlar kanalıyla buluşup onları dinlememize vesile oluyorsa; bizden yayılan frekanslar da kendimize benzeyen insanlardaki frekansla uyuşup, bağlantıya dönüşüp, adeta ilahi kaynaktan gelen titreşimleri düzenleyerek, onların birbirleriyle duygusal alışveriş yapmalarını sağlamaktadır.”1
İnsan organizmasındaki trilyonlarca hücrenin hepsi kendisine özel frekanslarda titreşiyor. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirlemektedir. İnsan organizmasının yaydığı farklı elektromanyetik frekanslar ise kişinin bireysel frekans alanını oluşturuyor. Her organımızın kendine has bir frekansı olduğu tartışmasını Dr. Bruce Tainio ve ekibi 1992 yılında başlattı. Teorilerine göre (örneğin) beynimiz 72 MHz, kalbimiz 67-70 MHz, karaciğerimiz 55-60 MHz’de işlev görüyor. Dr. Royal Rife ise yıllar önce organlarımızın ve genelde vücut rezonans frekansımızın hastalıklarla değiştiğini iddia etmişti. Normalde 62-72 MHz olan vücut frekansımız gripte 57-60 MHz’e, bakteriyel enfeksiyonlarda 50 MHz’e, kanserde ise 42 MHz’e düşüyor. Ölüm 25 MHz ve aşağısında gerçekleşiyor. Modern tıp dünyası bu yaklaşıma ne diyor? Tahmin edeceğiniz üzere ilk reaksiyon son derece negatif ve tepkili. Lakin bu direnç başarılı tedavilerin artmasıyla yavaş yavaş kırılmaya başlamış durumda. Özellikle Cancer Tutor’da yayımlanan bilimsel tartışmalar birçok onkoloğun dikkatini çekmişe benziyor. Hastalarda spesifik frekans jeneratörleri aracılığıyla enfeksiyöz ajanların, kanser hücrelerinin yok edilebilmesi son zamanlarda en çok tartışılan çözüm yollarından birisidir.
**
BİYOREZONANS ARAŞTIRMALARININ TARİHÇESİ
Madde, genel olarak sıkıştırılmış enerji veya enerjinin tezahürü olarak tarif edilmektedir. Fiziksel bedenimizin de alan ve enerjiden oluştuğu günümüzde iyi bilinmektedir. Bu enerji vücudu oluşturan moleküller ve atomların elektron yükleriyle biyoelektrik alanı oluşturur. Geleneksel Çin Tıbbında, Akupunktur, Ayurvedik Tıpta olduğu gibi çeşitli kültürlerde bu enerji ve alanların organizma içindeki hareketi yani biyorezonansı açıklanmaya çalışılmıştır. Biyoloik çalışmaları da tüm sistemlerde olduğu gibi canlı hücrelerin de elektrik alana sahip olduğu ve tüm organizmaya nüfuz ettiğini göstermektedir.
Rezonans enerjinin tüm kinetik formlarının frekans salınımlarına özgü bir titreşimdir. Gitarın bir teline vurulduğunda sadece belirli bir frekansta titreşir ve bu özel frekans bir hareketi başlatır ve yanındaki diğer tellerde aynı frekansta titreşmeye başlarlar. Bu nedenle rezonans bir gitar telinden diğerine frekansı iletebilir, iletişim kurabilir ve bilgi iletebilir. Sempatik rezonans ilkesi, eğer iki benzer nesne varsa ve biri titreşiyorsa, tam temas halinde olmasalar bile, diğeri de titreşmeye başlar. Günlük hayatta iki nesne arasındaki titreşimi birçok yerde gözlemlemekteyiz. Bir sanatçının sahnede bir diapozon ile oluşturduğu bir ses dalgası camı kırabilir, bir opera sanatçısı sesi ile kadehi kırabilir veya belirli bir frekanstaki sesle çığ düşebilir, köprüler yıkılabilir.
Biyomekanik rezonansmolekül, hücre veya dokunun benzer küçük bir ritmik uyarıyla periyodik uyarımı sonucu daha büyük boyuttaki titreşimleri üretebilecek şekilde tasarlanmıştır. Biyo zik uzmanları vücudu birbirine bağlı biyo-enerjik bir organizma olarak görmektedirler. Tüm nükleer parçacıkların aynı zamanda dalga formuna da sahiptir yani çift doğası vardır. Atomaltı parçacıklar, elektron, proton ve fotonlar hem parçacık hem de dalga biçimi olmak üzere iki forma sahiptir.
Dalga formundaki tüm atom altı parçacıklar sürekli ve sonsuz, farklı oran ve frekanslarda titreşirler. Süperpozedirler ve aynı zamanda birbirleriyle iletişim halindedirler. Bu tıpkı bir network ağı gibi kendi vücudumuz da dâhil olmak üzere evrenimizin tüm yapı taşları arasındaki bilgi aktarımını sağlar. Organizmadaki tüm yaşamsal süreçler elektromanyetik salınımlarla kontrol edilir ve etkilenir. Bu elektromanyetik salınımlar biyokimyasal süreçlere üstünlük gösterir ve onları kontrol ederler.
Hücrelerimiz de bu atom altı enerji dengesine bağlıdır. Hücreler ışık fotonlarının kuantum paketlerini, biyo- fotonları alabilir, depolayıp yayabilirler. Elektronlar, fotonları emer ve yayarlar bu nedenle elektronca çok zengin olan DNA biyofotonlar için iyi bir saklama alanıdır. Biyofotonlar özgün frekanslarındaki titreşimleriyle belirli gen lokuslarını rezonansa girerek aktifleştirebildikleri gibi hücreler arası iletişimde de rol oynarlar. Belirli hücre grupları ve organlar belirli bir frekans aralığında titreşirler.
Hastalık organizmadaki biyokimyasal akışın bozulması olarak düşünüldüğünde, bunu kontrol eden veya etkileyen vücuttaki elektromanyetik salınımların düzeni için bir bozukluk olarak kabul edilebilir. Bu bozulma enerji ve titreşim düzeyinde olup iç ve dış faktörlerden etkilenir. Fiziksel süreçler enerji transferini ve biyoenerjik bilgi akışını şekillendirmektedir. Dr. Stuard Hameroff, insan hücresinin hücre zarının yapısal olarak aktif olduğu halde çözünen ve yeniden görünen, gizemli ve ritmik olarak hareket eden mikrotubullerin biyorezonatörler olarak düşünülmesini önermiştir.
Kuantum seviyesi insan organizması içinde en üst düzeyde tutarlılığa sahip olduğundan hastalıkların hücresel düzeyde kuantum perspekti nin bozulması sonucu ortaya çıktığı düşünülebilir.
Vücuttaki başlıca yapısal ve işlevsel alanlar bağ dokuları ve içindeki hücrelerdir. Hücreler, çekirdek ve mitokondri içinde genetik materyal yani DNA içerir. Kristaller ise canlı madde yani bağ dokunun hâkim yapısal komponentidir. X Ray difraksiyon gibi kristalogra k teknikler sinir lifleri, hücre membranı, kas ve bağ dokunun yapısal incelemesinde önemli yer tutar. Kristaller tüm vücutta yaygın olarak önemli titreşim özelliğine sahiptir. İnsan vücudu da elektromanyetik dalgaları alabilen ve iletebilen elektromanyetik bir alandır. Her türlü salınım insan vücudunda olumlu olumsuz etkilere neden olmaktadır. Hücre doku ve organlar her biri kendine özgü salınıma sahiptir ve bu salınımlar vücudun toplam salınım spektrumunu oluşturur. Hastalık halinde enfeksiyonlar, toksik yüklenmeler, alerjiler, bazen de skar yani nedbe dokusu bırakan yaralanmalar, elektromanyetik etkilenmeler nedeniyle hasta organlarda vücuttaki titreşim görüntüsünde bozulmalara neden olurlar.
Allerjenler, kimyasallar ve enfeksiyöz ajanların vücutta rezonansa girip etki yarattığı gibi tedavi edici bir uyarı da vücutla etkileşime girerek amaçlanan doğrultuda etki göstermesi mümkündür. Nitekim 6 yaşındaki bir poliklinik hastası odasında televizyon seyrederken annesinin mutfakta hazırladığı mercimek çorbası kokusunu alınca anjiyo ödem gelişmiş ve daha sonra evde hazırlanmış kuru baklagillerin haşlanmış örnekleri kullanılarak acil şartlarında yapılan deri testiyle mercimek alerjisi tespit edilmişti. Biyorezonans tüm biyokimyasal işlemlerde elektron alışverişlerini sağlar.
Rezonant frekanslar hücre boyunca membranlar, bipolar su molekülleri, protein zincirleri, elektrolitler üzerinden geçerler. Elektromanyetik biyolojik bir bilgi biyorezonans ile alınabilir ve aktarılabilir. Homeopatinin mucidi Samuel Hahnemann zehir etkisi olan bir maddeyi içinde madde tespit edilemeyecek kadar çok sulandırarak aynı zehrin tedavisi için kullanılabileceği, hatta çalkalandığı takdirde çok daha etkili olabileceği hipotezini geliştirmiştir.
Yukarıdaki tüm bu biyorezonans veya biyoenformasyon modelleri tartışılmaya başlamadan çok daha önceleri 4000 yıldan fazla bir geçmişe sahip olan akupunktur tedavileri Cizvit misyonerleri tarafından Avrupa’ya tanıtılmıştır. Paul Nogier tarafından akupunktur meridyenlerinin farklı frekanslara sahip olduğu ve özellikle kulak akupunktur noktalarına uygulanacak yedi farklı frekans aralığının tedavi edici etkisini göstermiştir. Alman hekim Reinhold Voll ise 1960’lı yıllarda noktalar ve organ bağlantılarına ek olarak, diş organ bağlantılarını, ilave meridyen ve noktaları bulmuştur. Akupunktur noktalarının enerji potansiyellerini ve bu potansiyel dalgalanmalardaki değişiklikleri ölçme tekniklerini geliştirmiştir. Bu metot günümüzde hala EAV yani ‘‘Electroacupuncture According to Voll’’ olarak bilinmektedir. Elektro akupunktur dışındaki bir diğer buluşu ise ‘‘İmmateryal’’ ilaç testidir. Dr. Voll’un öğrencisi olan Dr. Morell ve mühendis Rasche daha sonra elektromanyetik titreşim enformasyonları ile tedavi yapan bir cihaz geliştirmişlerdir.
Bu icat son yıllarda daha çok dikkat çeken kuantum tedavi, biyoenformasyon tedavisi gibi farklı adlarla bilinen ve piyasada yüze yakın farklı marka adıyla bulunan biyorezonans metodunun temelini oluşturmuştur. Aynı yıllarda Kore’de Bong Han Kim tarafından akupunktur kanallarının fiziksel olarak da varlığı özel boyama ve histopatolojik incelemeler ile gösterilmiştir. 2000’li yıllardan sonra yeniden canlanan araştırmalar sonucunda bu kanalların salınma hareketi ve muhtemelen elektron ve biyofoton transferi yaptığıyla ilgili düşünceler ortaya atılmıştır.
En çok kullanılan biyofiziksel muayene yöntemleri; Dr. Voll’e göre Elektro akupunktur, Kinesiyolojik kas testi, nabız teşhisi, tenzör rezonans testi (bir radyestezi yöntemidir) ve klasik tıpta da gittikçe yaygınlaşan elektro dermal tarama yöntemleridir. Elektro dermal testlerde vücudun elektrik iletkenliğini ölçmek için bir Wheat stone köprüsü devresi kullanır. Cihaz hastaya bağlıdır, alerjen veya nosod içeren metalik bir elektrot devreyi tamamlar.
Biyorezonans ile ilgili olarak alerjik durumlar başta olmak üzere, spor hekimliğinde, ağrı tedavisinde, bağışıklık sistemi ve hormon sistemi dengesizliklerinde, kronik toksin yüklenmesinde ve daha birçok durumda uygulayıcılar tarafından pozitif tecrübeler bildirilmiştir.
Herkesin sorunlarını çözecek bir tıbbi yöntem henüz dünyada yoktur. Her birey birbirinden farklıdır. Fiziksel, ruhsal ve sosyal çevreler de hastalıkların gelişiminde etkilidir. Dolayısıyla sosyal çevreden kaynaklanan sorunlar, ağır ruhsal travmalar, eksik organlar, genetik hastalıklar gibi birçok durum biyorezonans ile düzeltilemez. Biyorezonans genellikle klasik tıbbi tedaviler ile birlikte yürütülmektedir. Biyorezonans hastalıkların semptomlarını hafifleten, iyileşme için destek olabilen bir teşhis ve tedavi yöntemidir. Sonuç olarak biyorezonans hastalıklarda destekleyici bir tedavi olarak uygulanabilen ve üzerinde daha çok bilimsel araştırma yapılması ve geliştirilmesi gereken bir yöntemdir.